Kişilik hakları bir başka kişi tarafından haksız biçimde saldırıya uğrayan kişi manevi tazminat talep edebilir. Haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat davası da hukuki dayanağını haksız fiil sorumluluğundan almaktadır. Haksız şikayet durumunda, yapılan şikayetin asılsızlığının ortaya çıkması aynı zamanda şikayette bulunanın cezai sorumluluğunu da doğurur, bu durumda haksız şikayet iftira suçu gündeme gelebilir.
Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış, BK.nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlemiştir. Bu yazımızda, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat davasını yargıtay kararları doğrultusunda incelemeye çalışacağız.
Şikayet Hakkı ve Haksız Şikayet
Anayasamızın 36. maddesine göre; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Ancak Yargıtayın istikrar kazanan kararlarında, bu durumda şikayet edenin ihbar ve şikayet hakkının sınırlarını aşıp aşmadığının değerlendirilmesi gerekir. Şikayet hakkı herkese tanınmış ve anayasal güvence altına alınmış bir hak olsa da, bu hak sınırsız değildir. Bir tarafta şikayette bulunanın şikayet hakkı varken, diğer tarafta da şikayet olunanın haksız yere lekelenmeme hakkı vardır. İşte bu halde şikayet hakkı ile lekelenmeme hakkı arasındaki çizginin korunması ve dengenin her iki tarafın menfaatleri gözetilerek sağlanması gerekir.
Yine aynı şekilde şikayet için yeterli emare olması halinde de haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat talebinin kabul edilemeyeceği Yargıtay’ca benimsenmiştir.
“…Davaya konu olayda; davalı avukat, İcra Hukuk Mahkemesi dosyalarında esas hakkında karar verildiği gerekçesiyle işi biten icra müdürlüğü dosyalarının icra müdürlüğüne iadesini talep etmiş, davacı da dosyaların henüz işi bitmediği gerekçesiyle iadeden kaçınmıştır. Bunun üzerine davalı vekil olarak işlerini takip ettiği müvekkili adına söz konusu şikayet dilekçelerini Adalet Komisyonu Başkanlığı’na ve Cumhuriyet Savcılığı’na vermiştir. Bu durumda, yerel mahkemece şikayet için yeterli emare olması nedeniyle davalının Anayasal şikayet hakkını kullandığı sonucuna varılarak, istemin tümden reddine karar verilmesi gerekirken,şikayet hakkını hukuka uygun kullanmadığı gerekçesiyle, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir….” (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2012/2107 E, 2012/3207 K, 01.03.2012 T)
Yargıtay‘a göre, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat davasında şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Başkalarının da aynı olay karşısında şikayet eden gibi davranabileceği hallerde şikayet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir.
“…Somut olayda, el yazısıyla eklemeler yapıldığı anlaşılan ve aslına ulaşılamayan belediyenin cevabi yazısı fotokopisinin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/455 Esas sayılı dosyasına davacı-karşı davalı tarafından sunulduğu, bunun üzerine davalılar-karşı davacıların eklemeler içeren belge sebebiyle davacı-karşı davalı hakkında ayrı ayrı verdikleri şikayet dilekçeleriyle sahtecilik suçundan soruşturma yapılmasını istedikleri anlaşılmaktadır. Bu durumda, belge aslının bulunamaması da gözetildiğinde şikayet hakkının kullanılmasında yeterli emarenin varlığı kabul edilerek, asıl dava yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken, istemin kısmen kabulüne karar verilmiş olması doğru görülmemiş; bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2012/470 E, 2013/1693 K, 05.02.2013 T)
Haksız Şikayette Manevi Tazminat Miktarı
Haksız şikayete dayalı manevi tazminat davalarında talep edilebilecek manevi tazminat miktarı orantılı olmalıdır. Yargıtay kararlarına göre, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat miktarı belirlenirken, eylem ve olayın özelliklerinin yanı sıra tarafların kusur oranı, sıfatı, işgal ettikleri makam ve sosyal ve ekonomik durumları da önemlidir. Hakim, manevi tazminat tutarını belirlerken her olaya göre değişebilecek özel durum ve koşulların bulunacağı da gözetmeli ve takdir hakkını etkileyecek nedenleri objektif olarak göstermelidir.
“…Takdir edilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi (fonksiyonu) olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum (tatmin) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Davacı yararına hükmedilen manevi tazminat; olay tarihi, olayın oluş şekli ve yukarıdaki ilkeler göz önüne alındığında fazladır. Daha alt düzeyde manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle fazla hükmedilmesi doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2012/885 E, 2013/1434 K,30.01.2013 T)
Şikayetçinin Ceza Yargılamasında Beraat Etmesi
Diğer yandan şikayet edenin ceza mahkemesinde yargılanıp örneğin iftira suçundan beraat etmesi haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat davası sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Zira haksız şikayette bulunan hakkında beraat kararı verilmesi eylemin suç olup olmaması ile ilgilidir. Verilen beraat hükmü eylemin haksız fiil niteliğini ortadan kaldırmayacaktır. Zira zaten her haksız fiil de suç teşkil etmemektedir.
Nitekim Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesine göre de;
Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.
Ayrıca Türk Borçlar Kanunu’nun 48. maddesinin 2. fıkrasına göre de; “Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” hükmüne amirdir. Dolayısıyla eylemin ahlaka aykırı olması hali bile sorumluluk doğması için yeterlidir.
Adana avukat, Büken Hukuk & Danışmanlık Bürosu olarak, diğer makalelerimize buradan ulaşabilir veya büromuzdan randevu almak için buraya tıklayabilirsiniz.